29 Aralık 2010 Çarşamba

BU CAMLAR VAR YA, HEPSİNİ KIRASIM GELİYOR.

 
BU CAMLAR VAR YA, HEPSİNİ KIRASIM GELİYOR.
Başlıkta ki cümle şöyle bir pasajdan alıntı: ‘Buradan giderken sakın camları falan kırmayın, Bu camlar var ya bu camlar, asıl hepsini ben kırmak istiyorum. Önce bu Agos’un camlarından başlayacağım, bu güvenlik camları var ya onlardan’ Bundan bir yıl önce Arat Dink, Agos Gazetesinin camından böyle seslendi bizlere. Bu öyle bir Öfke patlamasıydı ki, annesi Rakel Dink ve başka bir aile dostu zor tut onu. Arat’ı Bıraksalardı kırardı herhalde camları. Bu camlar kırılır, bu camları kıranlar, bazı kimselerin hiç anlayamayacağı bir öfkeye sahip ve o öfke onları ayakta tutuyor.
Ben de o kadar öfkeliyim ki bu aralar, bütün camları kırabilirim… Birilerinin Kürt halkının talepleriyle ilgili olarak ‘öyle olmaz, şu istenmez, bu verilmez, Türkiye bunu kaldırmaz…’ demelerine ifrit oluyorum. Bir halkın kendi dilini konuşmasına, kendi anadilinde eğitim görmesine, gündelik yaşamda veya bürokrasi ile ilişkiye geçmesinde veya kendi kaderini tayin etmesine nasıl olur da başkaları karar verir! Anlaşılır şey değil. Bunun adının faşizm olduğunu hatırlatsak o birilerine, inkar ederler. Kürt halkının taleplerini, bir grup insan müsveddesinin,  kendini çok yukarıdan bir yerden ‘karar mercii’ gibi konumlandırarak konuşmasına sinir oluyorum. Bu halk seksen yıldır, bu zulüm altında yaşamadı mı? İnsanların kendi dilini konuşmasına engel olunmadı mı? Sosyalistleri çağı anlamamakla eleştirenler oluyor. Onlara sormak lazım; peki sağcılar çağı anlayabiliyor mu?  Ya da insanlıktan haberleri var mı? Lamı cimi yok, lafı dolandırmanın, ama’lara, iç mihraklara, dış mihraklara topu atmanın manası yok. Kürt halkının taleplerini meşru görüyor musun? görmüyor musun?
Herkes nenden bu kadar kör ve sağır, neden kimse kendisine lise de öğretilen şeyler dışında başka bir şey düşünemez durumda. Bir ülkenin bir dili olacağı bunlara vahiy olarak mı indi? Bu topraklarda Türkçe dışında onlarca dilin daha konuşulduğunu bilmiyorlar mı? Yoksa asıl korktukları ‘pazarcıların kendi aralarında konuştuğu dilin’ gerçekten bir halk tarafından konuşulduğu mu? Ya da o pazarcıların diliyle bilim ve eğitim yapılması falan mı?
Aynı zevat, ‘Öz savunma gücü’ meselesine takmış durumda bir de. Öz savunma gücü denen şeyden ne anlıyorsunuz? Bu ülkenin ordusu ve polisi var, diye bir şeyler geveleniyor. Tamam, var biz de biliyoruz. Ama kimin için var? Bu ülkenin polis teşkilatı, Fethullah Gülen cemaatinin öz savunma gücü değildir de nedir?  Bu ülkenin ordusu en gerici, milliyetçi çevrelerin öz savunma gücü değildir de nedir? Sayısı Avrupa’nın dördüncü büyük ordusuna varan ve kayıtlı sayıları 170.000 olan özel güvenlikler, sermayenin (polisi ve orduyu da buraya dahil edelim.) öz savunma gücü değildir de nedir? Bunlar vatandaşı mı koruyor? Yoksul halkı mı koruyor?
Cumhuriyetin kuruluşunda Anadolu’nun öz savunma gücü ‘kuvayı milliye’ değil miydi? Seğmenler Ankara’nın, Zeybekler Ege’nin öz savunma gücü değil miydi? Bunları anlıyorsunuz da, halkın öz savunma gücünü niye anlamıyorsunuz!
Ben Yukarıdaki soruların cevaplarını biliyorum, onlar araya dursunlar. Öğrenciler haklarını aradığında, işçiler haklarını aradığında hemen karşısına dikilenler, sermayenin hakkını savunuyor, işçinin değil. Yoksul halkın zar zor yaptığı, içinde barındığı, gecekonduyu yıkanlar, kimin hakkını savunuyor? Kürt halkı seksen yıllık zulümden, otuz yıllık kirli savaştan sonra, ‘ya bu haklar elimden tekrar alınırsa’ sorusunu kendisine sorup, öz savunma gücünü oluşturmak isteyebilir. Bunda anlaşılmayacak bir şey yok. İşçilerin ve öğrencilerin, toplumun tüm kesimlerinin kazandıkları haklar ellerinden teker teker alınıyor. Kürtler, bir zaman sonra sıranın kendilerine geleceğini düşünmekte haksızlar mı? Maraş’ta Çorum’da, Sivas’ta yüzlerce Alevi katledildi. Eğer Alevi’lerin kendi mahallelerinde oluşturdukları öz savunma güçleri olmasaydı, katliamın boyutlarının ne denli büyük olabileceğini düşünebiliyor musunuz? Aleviler o zamanlardan, o deneyimlerden beri birlikte yaşıyorlar. O zamanlarda da bu ülke de asker ve polis vardı, izlediler… Olay yerine bir türlü intikal edemediler… Bütün bunlar varken, şiddetin her türlüsü yaşanırken asker ve polis vardı ve Sadece izlemekle veya şiddetin dozajını arttırmakla uğraştılar.
Kadınlar, her gün şiddetin her türlüsüne maruz kalıyor, hem de askerin ve polisin gözetiminde. Hakkını aramak için karakola gidip tecavüze uğrayan, polis tarafından herhangi bir yerde tecavüze uğrayan, köylerde askerin tecavüzüne uğrayan kadınları kim savundu? Et kokunca tuz vardı, peki tuz kokunca ne var? Bir cevabınız var mı? Kadınlar şimdilerde örgütlenip kendi öz savunma güçlerini oluşturuyorlar, bu öz savunma ile yanlış anlaşılmasın sakın ha; bir yerlere saldırmıyorlar sadece canlarını koruyorlar… Bütün bunlar varken, şiddetin her türlüsü yaşanırken asker ve polis vardı ve Sadece izlemekle veya şiddetin dozajını arttırmakla uğraştılar.
İşinden atılan, hakkı gasp edilen, iş güvenliği önlemi alınmadığı için yaşamını yitiren işçiler nasıl savunacak kendini? Polis ve asker işverenin yanında saf tutuyor. Kendini savunma gücü olmayan çalışanın hakkını kim savunacak? Sivil faşistleri işçilerin üzerine salarlar, polis izler. Mafya ile anlaşan patron, işçileri mafyaya vurdurur, polis izler. Sonra izlemekten sıkılıp, kendisi de katılır, zulüm kervanına.
Halk her daim kendini savunmanın yolarını aramış ve bulmuştur. Karşı çıkan gitsin sermayenin yanında yerini tutsun. Sermaye her zaman kendi kurallarına göre hayatı belirleyecek, ‘torbalarla’ kendine göre kanunları yapacak, biz ise onun koyduğu kurallara uyacağız öyle mi? O hem bizim üst kimliğimizi hem alt kimliğimizi hem de sınıfımızı belirleyecek. Bizim de elimiz armut toplayacak, öyle mi?
Bu Salı grup meclisteki grup toplantılarında Devlet Bahçeli ve ardından Başbakan konuştuğunda, tüm camları kırasım geldi o an. Kemal, boş konuştuğu için ona kayıtsız kaldım.
İçimizden barış geçiyordu Bu aralar. Bu memlekette Başbakan ve Bahçeli barışa değil de, olsa olsa hıyarlara vesile olur. Şimdi, camları kırasım geliyor…
Ahmet / 28 Aralık 2010 Çarşamba




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder