19 Aralık 2011 Pazartesi

TUTUKLU ÖĞRENCİLERE ÖZGÜRLÜK

TUTUKLU ÖĞRENCİLERE ÖZGÜRLÜK

Bugün 19 Aralık! Yazıya başlamadan, 19 Aralık 2000 tarihinde cezaevlerinde "Hayata Dönüş" operasyonunda katledilen tüm devrimci tutsakları saygıyla yâd etmek istiyorum.
Türkiye, 2008 yılında başlayan Ergenekon, 2009 yılında başlayan KCK ve 2010 yılında başlayan Devrimci Karargâh davaları ile tutuklu yargılanma meselesi ile daha yakından tanıştı.Türkiye'deki 384 Cezaevinde 124 bini aşkın insan tutuklu yargılanıyor. Tutuklu yargılanan insanların 4443'ü terör suçları kapsamında değerlendiriliyor ve bu kapsamda değerlendirilen insanların çoğu;  düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü hakkını kullandıkları için tutuklu bulunuyor. Sadece KCK davasından bile 3558 insan tutuklu.
Doksanlı yıllara dönme korkusu yaşayan Türkiye, tutuklu yargılanma konusunda doksanları aşmış durumda. Doksanlı yılların en şiddetli dönemi olarak bilinen 1991-1994 yılları arasındaki dört yıllık dönemde bile tutuklu sayısı 132.069'muş.Verilen istatistiklerde, tutuklu sayısının son yıllarda giderek arttığı gözleniyor. Hâsılı, "ileri demokrasi" ile tutuklu sayısı da ilerlemiş görünüyor! Sadece, geçtiğimiz Kasım ayında bile 757 kişi tutuklanmış. Durumun vahametini varın siz hesaplayın. İstatistikler ile ilgili ayrıntıları Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü'nün sitesinden edinmek mümkün.
Tutuklanan insanlar arasında bir kategori oldukça dikkat çekiyor: öğrenciler! Tutuklu öğrencilerin sayısı ile ilgili olarak net bir rakam bulunmasa da; Çağdaş Hukukçular Derneği'nin ve CHP milletvekili Hüseyin Aygün'ün raporuna göre tutuklu öğrenci sayısı 500 civarında. Her iki raporda da tam olarak sayı verilemese de, rakamların gerçeklik payı büyük. Tutuklanan birçok öğrencinin, devamsızlık sebebiyle, Yüksek Öğretim Kurulu disiplin yönetmeliğine göre kaydının silindiğini düşünürsek sayının görünenden çok daha fazla olduğunu söyleyebiliriz.
Birde "Doldur boşalt" mantığı ile işleyen tutuklama sürecinde üç öğrenci serbest kalırken beş öğrenci tutuklanıyor. Ankara'da Hopa davasında tahliyelerin yaşandığı saatlerde İstanbul Beşiktaş Adliyesi'nde; Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi Şeyma Özcan, İstanbul Üniversitesi öğrencisi Deniz Küçükbumin, Bilgi Üniversitesi öğrencisi Benay Can tutuklanmaktaydı. Cihan Kırmızıgül'ün bir duruşmasına girerken bir polis memuru; "Sizleri salona peyder pey alacağız" deyince, biz de; "Adalette perdey pey işliyor!" demiştik, yanılmışız!
Öğrencilere yönelik tutuklamalar özellikle sınav dönemlerinde ve kayıt yenileme dönemlerinde yapılıyor. Böylelikle öğrencilerin eğitim hayatlarının sekteye uğraması, sona ermesi planlanıyor. Kaydı silinmeyen öğrencilerin tutukluluk dönemlerinde sınavlara girmek istemesi halinde ise; cezaevi ile okul arasındaki ring aracının ulaşım gideri ve memur harcırahı gibi masrafları öğrencinin karşılaması bekleniyor, bu rakam her bir sınav için ortalama 1000 TL'yi buluyor. Öğrencilerin, sınava götürüldükleri yerde kalmaları gerekiyorsa, en yakındaki Cezaevinde adli suçlularla aynı yerde veya hücre de tutuluyorlar. Sınava girmek istemek, hücre cezası istemekle aynı şey!
Bir grup gönüllü insanın oluşturduğu Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi, tutuklu öğrencilerin; eğitim haklarının gasp edilmesinin engellenmesi, yargılama süreçlerine destek olunması, mahkemelerde yalnız olmadıklarının gösterilmesi ve öğrencilerin tutukluluk hallerine kamuoyunun dikkatini çekmek için bir süredir çalışma yürütüyor.
Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi, Ankara'da ODTÜ öğrencisi Hüseyin Edemir'in tutuklanmasından sonra "Hüseyin'e özgürlük" kampanyasını başlatanlardan ve Galatasaray Üniversitesi öğrencisi Cihan Kırmızıgül'ün tutuklanmasından sonra bir araya gelen insanlardan oluşuyor. ODTÜ öğrencisi Hüseyin Edemir, artık aramızda, okuluna döndü, onu aylarca sabırsızlıkla ve metanetle bekleyen Sevgi ile evlendi ve diğer arkadaşlarının özgür kalması için çalışıyor. Cihan ise hala uzaklarda...
Cihan Kırmızıgül ve Hüseyin Edemir için bir araya gelen insanlar kampanyanın sadece Cihan için yapılmasının doğru olmadığını tüm tutuklu öğrencileri kapsayacak bir kampanyaya dönüşmesini istediği için başkaca davalarla da ilgilenme kararı aldı.İnisiyatif çok kısa zaman önce oluşmasına rağmen Cihan Kırmızıgül'ün davası ile ilgili yaptığı çalışmalarla kamuoyu tarafından çokça görünür, bilinir oldu. Bu durum birçok insan Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi'ne karşı beklenti içerisine girmesine de sebep oldu.
Bunlardan birisi de, geçtiğimiz Cuma günü Bianet'te yayınlanan bir yazısında konuya değinen Füsun Erdoğan'dı. 2006 yılında alındığı Gaye operasyonu ile tutuklanan Özgür Radyo Genel yayın koordinatörü Füsun Erdoğan'ın ilgisine, eleştirisine mazhar olmak sevindirici.
Füsun Erdoğan yazısında şöyle diyor: "Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi öğrencilerin duruşmalarına katılıyor. Duruşma öncesinde birçok kitle örgütü, sendika, meslek odası, siyasi parti ve platformun katılımıyla adalet istiyorlar. Fakat bugüne kadar Kocaeli'nde tutuklanan 15 Kürt öğrencinin durumunu da, duruşmalarını da hatırlayan olmadı."
Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi, az sayıda gönüllü insanın bir araya geldiği bir oluşum ve henüz çok yeni. Buna rağmen tutuklu öğrencilerin tamamına ilişkin bir şeyler söylemeye ve yapmaya çalışıyor. Basın açıklamalarında da böyle bir dil kurarken, anadilde savunma hakkının da arkasında duruyor. Ancak çok sayıda tutuklu öğrenci var! Sadece Kocaeli Üniversitesi'ndeki değil, birçok üniversitedeki tutuklu öğrencilerden yeni yeni haberdar oluyoruz ve iddianamelerine ulaşmaya çalışıyoruz.
İddianamelerin birçoğu aynı aslında, hepsinde yasal eylemlere katılmak ve daha başka demokratik hakları kullanmak suç olarak gösterilmiş. Fakat durum böyle olsa da, dava dosyalarını incelemek, kamuoyuna davalar ile ilgili doğru bilgi vermek çok önemli. Küçük bir topluluk olduğumuz için, her dosya ile ilgili kampanya örgütleyemiyoruz, temsili de olsa davalara katılmaya, izlemeye, bilgileri kamuoyuna aktarmaya çalışıyoruz. Bütün bu çabamıza rağmen yine de birçok dava bilgimiz dışında sürüyor.
Füsun Erdoğan'ın bahsettiği Kocaeli Üniversitesi öğrencisi arkadaşların dava dosyasına ulaşmaya çalışmıştık ancak davaya bakan avukatlarda geçen ay tutuklandı. Davaya bakmaya başlayan yeni avukatlara geç de olsa ulaşıldı ve dosya talep edildi. Avukatlar, Salı günü dosyayı bize verebileceklerini belirttiler.
Bu yazıyı yazmamın sebebi savunma yapmak değil; bir yanlış anlaşılmayı düzeltmek ve Füsun Erdoğan gibi değerli bir basın emekçisi tarafından yanlış anlaşılmak istenmemek.
20 Aralık Salı günü davayı izlemek ve dava dosyasını almak için Çağlayan Adliyesi'nde olacağız ve umarız, dava dosyasını incelememize gerek kalmaz...
Kandıra'ya kucak dolusu selam, sevgi... 

Ahmet Saymadi / 19 Aralık 2011 Pazartesi

14 Aralık 2011 Çarşamba

SITARBAKS'IN ZAPTURAPTI!


STARBAKS’IN ZAPTURAPTI
Boğaziçi Üniversitesi'nde açılmak üzere olan Starbucks, bir hafta kadar önce Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi bir grup tarafından işgal edildi. Starbucks artık zapt edilmiş olduğuna göre kendisine "Sıtarbaks" diyebiliriz! İşgal, Kelimesi genelde gücü olanın gücü olmayana baskı yoluyla tahakkümünü hatırlatmasına rağmen; Devrimciler açısından bir mücadele aracı olarak kullanılıyor ve "meydan okuma/kamulaştırma/halk yararına müsadere etme" gibi anlamlar yükleniyor. Bu sebeple, Boğaziçili öğrencilerin Sıtarbask'ı işgal edişini heyecanla karşılayanlardanım.
İşgalin üçüncü gününde ziyaretlerine gittim. Ora vardığımız sırada Hopa davasından yargılanan öğrencilere destek için video kaydediyorlardı. Zaten çok interaktif bir yer mütemadiyen video çekip internete yüklüyorlar. Hâsılı Sıtarbaks'ın güvenlik kameraları dışında tüm kameralar kayıtta. Öğrenciler sürekli bir tartışma/değerlendirme halindeler. Yiyecek ve içecek sorununu imece usulü çözmüşler. Yeme, içme işlerine mahalle esnafının da desteği tam. Öğrenciler aynı zamanda geceleri de Sıtarbaks'ta kalıyor.
Buradaki işgal daha önceleri tanık olduğumuz işgaller gibi değil, ortada bir güvenlik görevlisi, emniyet görevlisi, kuşatma ya da şiddet içeren bir durum yok. Ancak bu durumu rahatsız edici bir durum olarak algılamamak gerek. İşgal bizim anladığımız anlamda her zaman çok radikal bir eylem olmayabilir. Her dönem ve her çevre, kendi gerçekliği ve dinamiği üzerinden bir kavramı yeniden anlamlandırabilir. Esas olarak, işgal edilen yeri işlevsizleştirmek, işgal edilen yeri teşhir etmek, işgal üzerinden başka bir konuyu görünür kılmak, işgalin meseline dikkat çekmek gibi amaçları olabilir. Esas olan eylemin kendisi ve etkisidir.
İşgale katılan öğrenciler Türkiye sol hareketinde,  bazı hareketlerin tartışmaktan bile çekindiği veya imtina ettiği; Kürt halkının verdiği özgürlük mücadelesi, Ermeni soykırımı, cumhuriyetin kuruluş dinamikleri, mübadele, LGBTT bireylerin hakları, vicdani ret gibi konularla ilgili atölye çalışmaları yapıyorlar ve daha başka birçok meseleyi sürekli tartışıyorlar. İşgalde iradeyi belirleyen bir örgüt ya da örgütlerden oluşan bir komite yok. Lidersiz, doğrudan demokrasinin işlediği, kararların kolektif alındığı, iradesini "toplumsal iletişim alanından" (Negri-Hardt / Çokluk) alan bir hareket var.
Boğaziçi'nde işgale katılmayan, uzaktan bakan, eleştiren ve başarısızlığa uğramasını bekleyenler ya da "Ben böyle olacağını biliyordum, ben demiştim" diyenler vardır. Sıtarbaks eyleminin olumlu bir yere evirilmesi veya eleştirileri boşa çıkarması için işgalci öğrencilerin bazı meseleleri sorgulaması gerek. Bu sebeple işgalin olumlu bir sonuçla nihayetlenmesini isteyenlerden biri olarak ben de birkaç eleştiride bulunmayı gerekli buluyorum.
İşgali gerçekleştiren grup, üniversitedeki çeşitli öğrenci kulüplerinde çalışma yürüten öğrencilerden ve bağımsız öğrencilerden oluşuyor.  Öğrenci kulübü örgütlenmesi önceleri çeşitli sol örgütlerin örgütlenme araçlarından birisiydi. Ancak, öğrenci kulüpleri, zaman içerisinde örgütlerden bağımsız bir mecra olmaya başladılar. Bu kulüpler üniversitelerde alternatif kültür sanat çalışmaları yapmakla beraber, politik meselelerde de inisiyatif alıyorlar. Kulüplerde çalışma yürüten öğrenciler, örgütlere katılmayı pek tercih etmiyor. Siyasetle pratik ilişkileri genellikle öğrencilik yıllarıyla sınırlı kalıyor.  Kulüp üyeliğine esas olan öğrencilik statüsü sona erince mücadelenin dışında kalıyorlar ve giderek apolitikleşiyorlar. Buradan öğrencilerin kendilerini yeniden örgütleyeceği bir form çıkması elzem görünüyor. Bu en azından bir öğrenci meclisi olarak tezahür edebilir.
Politik eylemden, hobici aktivizme; Sıtarbaks işgali, eylemin saiklerinin meşruluğu, taleplerin haklılığı ile kapsama alanını arttırıyor ve geniş bir kesim tarafından eylemin sahiplenilmesini beraberinde getiriyor. İlginin ve genişlemenin eylemin süresi kadar olacağı, eylemin başarıyla/başarısızlıkla nihayete ermesinden sonra, oluşan yoğunluğun ortadan kalkması halinde, eylem sadece herkesin hasretle yâd edeceği bir anı olabilir. Örgütsel bir formdan uzak, şiddet içermeyen bu şenlikli muhalefet; "Mücadele etmek üzere kolay ve hafif yordamlar ararken politik içerikleri hiç önemsenmeyen 'sosyal faaliyete' indirgeyen bir hobici aktivizm tarzının ortaya çıkmasını doğal kılar" (Tanıl Bora/Sol, Sinizim ve Pragmatizm) önermesini haklı çıkarabilir. Normal hayatını çok fazla bozmak istemeyen, militanlıktan uzak orta sınıf muhalefetin, performans ile eylemi bir arada götürmeye çalıştığı bu politika üretme biçimi hüsranla sonuçlanabilir. İşgal eylemine karşı Sıtarbaks, çok taktik hamleler yapıyor. 


İlk gün pek olumsuz bir tavır takınan Sıtarbaks, sonrasında durumun öğrencilerle rektörlük arasında bir durum olduğunu ve alınacak karara uyacağını belirtti. Ardından ürünleri ücretsiz dağıtmaya başladı. Şimdi ise yine ücretli satışa geçti ve 07.00-22.00 olan çalışma saatlerini değiştirerek 24 saat hizmet vermeye başladı. Sıtarbaks, işgali kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışırken ve rektörlük "Üniversiteye polis sokmayan" demokrat rolünü oynuyor ve öğrencilerin tutumunda bir değişiklik olmuyor. Sıtarbaks, yeni açmakta olduğu bir şubesinin üç ay kapalı kalmasını umursamayacak kadar büyük sermayesine, rektörlük ise yoğun eğitim programı ve sınavlar karşısında öğrencilerin işgalden yılgınlıkla çıkmasını bekliyor.
İşgalin sekizinci gününde tekrar ziyaret ettiğim işgalci öğrenciler, tartışmayı daha radikal bir zemine çekmeyi başarmıştı. Bir an önce Sıtarbasks'ın ve rektörlüğün karşı hamlelerini boşa çıkaracak bir yol arayışına, işgal eylemini olumlu sonuçlanacak bir noktaya ilerletmeye, üniversitede yeni bir örgütlenme formunu yaratmaya dair tartışmaları ilerletmişlerdi. Boğaziçi Üniversitesi'nin bu momentumu kaçırma lüksü olmadığının farkındalardı. Başarmaları halinde mücadelenin yaygınlaşma potansiyeli ve direnişin diğer üniversitelere aktarılabileceği bir deneyim olduğu konuşuluyordu.
Ulusalcılıktan ve AKP'nin hegemonya alanı altında siyaset üreten liberallerden uzak bir zemindeki işgalci öğrencilerin gerçekleştirdiği bu eylemin başarısı, öğrenci hareketine yeni bir ivme kazandıracak,  öğrenci hareketindeki dinamik/devrimci kolektif öznenin kendini yeniden kurmasının köşe taşlarından birisi olacak potansiyele sahip.
Memleketteki tüm olumsuz havaya rağmen özel mülkiyete ait bir alanı işlevsizleştirecek bir eylemi bize armağan eden işgalcileri bir yandan eleştirirken, diğer yandan; aceleci davranmadan, çok büyük sorumluluklar altında bırakmadan selamlamak, yolları açık olsun demeyi unutmamak gerek. Belki de alıştığımız örgütsel formlar ve pratikler, bu deneyimler sonucunda değişecek. Olanları yakından izlemek ve zorlu da olsa yeni tartışmalara açık olmak gerek; "Bilime giden düz bir yol bulunmuyor ve yalnızca onun dik patikalarını çıkmaktan çekinmeyenler, aydınlık doruklarına ulaşma şansına sahiptir" (Karl Marx /Kapital) 




Ahmet Saymadi / 15 Aralık 2011 Perşembe 




7 Aralık 2011 Çarşamba

SITARBAKS İŞGALİYLE İLGİLİ KÜÇÜK BİR NOT

SITARBAKS İŞGALİYLE İLGİLİ KÜÇÜK BİR NOT

Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, okulun kantinlerinden birisinin kapatılması, kapatılan kantinin yerinin de rektörlük tarafından Starbucks’a kiralanması üzerine harekete geçip, starbucks’ı işgal etmiş. İşgalden kast etikleri ise; Starbucks’un, kantin gibi kullanılması. Su ısıtıcılarıyla çay-kahve yapıp bedava dağıtıyorlar, etüt salonu olarak kullanıyorlar, forumlar yapıyorlar, bazı derslerin orada işlenmesi sağlıyorlar ve öğrenci hakları konulu toplantıları da orada yapıyorlar. Aslında yaptıkları Starbucks’a ayrılan okul içindeki alanın, aslına uygun bir şekilde kullanılmasından başka bir şey değil. Öğrenciler işgal süresince zamanlarının çoğunu orada geçiriyorlar, geceyi de orada geçirmişler.

İşgal esnasında Taksim’de yapılan  “Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma” eylemine katılamadıkları için eyleme destek mesajı yollamışlar ve işgal alanında bir video çekip, işgal ile ilgili haberleri yayınladıkları blog sayfasında da yayınlamışlar. En azından eylem saatinde panel yapmamışılar! Ne diyelim, işgal eden elleri dert görmesin!  İşgal ile ilgili tüm gelişmeleri ilgili sayfadan takip edebilirmişiz. (http://starbuckssenligi.blogspot.com/)

İşgalin ardından rektör yardımcısı öğrencilerle görüşmeye gelmiş, aralarından temsilci seçilmesi halinde rektörle görüşülebileceğini de belirtmiş. Ancak öğrenciler, temsili demokrasiye karşı olduklarını, rektörün görüşmek istiyorsa işgal alanına gelmesi gerektiğini söylemişler. Rektör yardımcısının dilekçe yazın önerisine "Dilekçeye ne gerek, bize işgal gerek" diye cevaplamışlar...

Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin eylemleri kayda değerdir; 1992’de Zoguldak’taki grizu patlamasında ölen madenciler için rektörlüğü işgal etmişlerdi. Özel harekât tarafından bastırılan işgalin ardından öğrencilerin okulla ilişiği kesilmiş ve yargılandıkları davada ceza almışlardı. Yine yanı başlarında, Küçük armutlu semtindeki, ölüm orucu yapılan evi düzenli ziyaret etmişler, kampüsle sokak arasındaki bağı sıkı tutmaya çalışmışlardı. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu’nun seçim çalışmalarında büyük başarı sağlayan ve destek veren Boğaziçili öğrenciler; Van depreminin ardından da büyük bir yardım kampanyası yapmayı başarmıştı.

Devletin, öğrencileri özel olarak apolitikleştirmeye çalıştığı, holdinglere kapıları sonuna kadar açtığı, kariyer günleriyle öğrencileri pazarladığı bir üniversitede; ki bu üniversiteye ülkede çok iyi eğitim veren bazı kolejlerden gelen çok fazla zengin/apolitik öğrenci olduğunu da hesaba katarsak, öğrencilerin yaptığı işgal eyleminin önemi daha fazla anlaşılabilir.  Ayrıca bugünün Boğaziçili öğrencileri, geçmişteki devrimci gelenekle bağ kuracak önemli bir eylemin de taşıyıcısı olabilir.

Bu kantin işgaline çok büyük anlamlar yükleyip, eleştirmek ise çok anlamsız! Türkiye sol hareketine mensup öğrencilerin yemekhanelerdeki yemek zamları sebebiyle yaptıkları yemekhane boykotları da aynı minvalde değerlendirilebilecek eylemlerdir ve mücadeleye katkısı büyük olmuştur.  Bu eylem, Starbucks gibi şirketlerin üniversitelere girme planlarını da alt üst etmiş olabilir! Starbucks'a allah başka keder vermesin! Bununla birlikte,  bu tarz eylemlilikler/etkinlikler üniversitelerde çok başka bir dinamiğin ortaya çıkmasını sağlayabilir.  Ya da,  “tek bir kıvılcım, bir bozkırı tutuşturabilir” de diyebiliriz. 

Ben blogda görüp beğendiğim en güzel fotoğrafı da ekleyip aranızdan ayrılıyorum, fırsat bulursam, 1 kg çay ile 2 paket şeker alıp ziyarete/desteğe gideceğim işgalcileri... 


Ahmet Saymadi / 07 Aralık 2011 Çarşamba