8 Aralık 2010 Çarşamba

ESKİDENDİ ÇOK ESKİDEN

ESKİDENDİ ÇOK ESKİDEN

ESKİDENDİ ÇOK ESKİDEN

Diyarbakır’da Mardinkapı’daki, dedemlerin avlulu (havuşlu), siyah bazalt taştan, ermeni ustaların yapmış olduğu, eski, büyük kapılı evine bayram sabahları doluşurduk. Dedem Hacı Hasan Hüseyin’in yedi çocuğu, on altı yeğeni ve kırka yakın torunu erken saatlerde buluşurduk. Mardinkapı’da belki de en çok çiçeği barındıran bu yemyeşil evde büyük bir huzur vardı hepimizde. Eve arife günü akşamdan yatıya gelenler, erkenden dedemle beraber bayram namazını kılmaya arka sokaktaki Mimar Sinan’ın (büyük Türk mimarı, Mimar Sinan’ında Ermeni olduğunu çok sonraları öğrendim) yapmış olduğu BehramPaşa camisine giderlerdi taş sokaktan geçerek, henüz yeni namaz kılmayı öğrenen biz sabiler uyumayı tercih ederdik. Sülalenin en yaşlısıydı dedem, bu sebeple ilk onun evi ziyaret edilirdi ve ziyaret ziyadesiyle uzun sürerdi, kapının tokmağı her vurulduğunda bizleri ayrı bir heyecan sarardı, tabi curcuna bizim büyük evin kapısının açıldığı çıkmaz sokağa (küçeçıkmaz) taşardı.

Kadınlar; ninemin önderliğinde, (peşi sıra bir sürü Gelin, ah o zalim kaynana…) yemek hazırlıklarına başlanırdı, tüp icat edilmişti ama kazanlar ocağa sığmadığından yemekler eski usul odun üzerinde kazanlarda pişerdi. Bir yandan öğle yemeğine hazırlık, bir yandan kahvaltı hazırlıkları, sabah kahvaltı saati dedemin namazdan dönmesinden takriben iki saat sonraydı, öğlen yemeği ise dedem öğle namazından gelir gelmez kurulurdu.

Dedemin, Biz torunlarına ilk okuttuğu kitap peygamberler tarihi olduğu için çoğumuz İbrahim’i, İsmail’i bilirdik ve kurbanı babalarımızın bizi kesmesini engelleyen bir nimet gibi görürdük, bu koyun hem bizi kurtarıyordu hem de karnımızı doyuruyordu, tüm Kürtler gibi bizde etoburduk, sabahları kahvaltıda ciğer kebabı yiyen bir şehrin çocuklarıydık.

Ne yapacağını bilmeyen, ayak altında dolaşan, evin girilmedik yerini bırakmayan, iki büyük yer altı kilerinde ki küplerin içine bile giren, merdivenle dama çıkan bizler hiç bir yere sığmazdık. Bayramlarda dama çıktığımızda diğer merdivenlerle yan evlerin damlarına çıkar, kuşbazların güvercinliklerine girerdik. Yan evin damından tüm şehir görünürdü o zamanlar, az ilerideki Meryem ana kilisesi, camiler, Diyarbakır kalesinin surları (bedenleri ) yedi kardeş burcu. Çok bildik bu şehirde bayramlar başka bir güzeldi, kaçabilirsek… Ki kaçardık şehrin sahibi biz Gedey-i Bajer’ler (şehir çocuğu) … Mardinkapı garajının yanındaki bisikletçiden bisiklet kiralayıp, (o eski üç tekerlekli bisikletlerden kiralardık, hani şimdilerde tüpçülerin kullandığı) üç kişi biner kan ter içinde kalana kadar sürerdik, bu yasak alışkanlıktan hiç vazgeçmezdik ve ne gariptir hep yakalanırdık.

Kahvaltıdan sonra dedemin peşine takılır Açefçiler pazarına ninemin söylediği eksikleri almaya giderdik, esnafın dedeme saygısına hayran kalır, acayip havaya girerdik. Adalet duygusunu, vicdanı, terazi de hile yapılmayacağını, daha o yaşlarda öğretmişti bize rahmetli…

Öğle yemeğinde sofra erkeklere eyvanda kurulurdu, kadınlar ve çocuklar avluya kurulan uzun yer sofrasında yerdik yemeği, bir tülü sığılmazdı sofraya, herkes annesinin yanına sığışmaya çalışırdı, zaten avlu sofrası iki saat yerden kalkmazdı…

İkindi namazına müteakip dedemin dostları ziyarete gelirdi, evde bir sükûnet olurdu. Baba dostu girdimi kapıdan herkes pür dikkat kesilir, bir ağır hava eserdi, hepimizi kapı önüne kovalarlardı, ermeni komşularda gelirdi, onlarla da bayramlaşırdık.Biz bilirdik onlar Hıristiyan, ama Hıristiyan ne onu hiç bilmezdik, zannederdik onların Allahı başka, onlar komşu idiler o kadar, zaten tanırdık bilirdik onları Hoşgörüyü, bir arada kardeşçe yaşamayı biz çocukken biliyorduk, bizim için gavur televizyonda Filistinli bir gencin kolunu taşla kıran İsraillilerdi.

Daha çok ayrıntı vardır herhalde çocukluğumuzdaki bayramlarla ilgili, ama şimdilerde kimin neye niçin kurban edildiğini anlamıyoruz, gelen bayram mesajlarına cevap yazmak zül geliyor, usulen birkaç büyüğümüzü arıyoruz altı üstü. Bu yaşımızla bir yeğene amca veya dayı olamıyoruz, oluyorsak ta yanında değiliz…

Aklıma geliverdi bir bayram günü, bayram kimin bayramı, biz niye hüzünlendik anlamadım. Şimdi bir çoğu hayatta olmayan o koca evde ki güzel insanlar geldi aklıma her şeyin önüne vicdanını koyan, yemek saati kapıyı açık tutan, geleni oturtup misafir eden, ekmeğini kayıtsız şartsız bölüşmeyi bilen ve bunu bir yerden okumayan, bununla böbürlenmeyen, tevazu sahibi bu zihinleri açık… Alnı ak insanlar geldi aklıma

Diyarbakır Diyarbakır alnında Kızıl Bakır…
Ahmet / 9 Aralık 2008 Salı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder