23 Şubat 2011 Çarşamba

DOSTUM BARIŞ TERKOĞLU’NA

DOSTUM BARIŞ TERKOĞLU’NA
Sevgili Barış,
Sen aramızdan alınalı birkaç gün oluyor. Çok uzakta değilsin. Yan koğuşlarda dost insanlar vardı, ama seninle aynı binada kalan yoldaşlarımı şimdi Tekirdağ’a F tipine sevk ettiler. Belki de onları çıkardıkları yerlere sizi aldılar. Ben kötü haberlerin ardından kimseyi arayamam pek, bir keresinde bir arkadaşıma “ben uğurlamayı değil karşılamayı severim” demiştim. Uğurlamaya gelemedim,  Berat geldi. Karşılamaya ben geleceğim söz. Özge azıcık kızmış bana, hakkı var. En kısa zamanda affettiririm kendimi.
Kafam epeyce karıştı benim, iki yıl önce Alican Abi’yi KCK davasından almışlardı, hala Diyarbakır zindanında. Ailesini Dersim’de ziyaret ettiğimizde, içim burkulmuştu biraz. Birinin beklendiği evler azıcık sessiz oluyor, evin bütün kalabalığına rağmen. Beş ay önce Tuncay’ı Devrimci Karargâh davasından aldılar. Çok yakınımda olduğu için, daha derinden hissettim.  Gülfer aylardır cezaevine gidip geliyor, biz de elimizden geldiği kadar yanında olmaya çalışıyoruz. Ama ateş düştüğü yeri yakıyor, Gülfer’in cümlesiyle; “onlar içerde, biz kadınlar kapıda…”  İnan dayanışma çok başka bir şey, düşman bize vurdukça biz daha bir kenetleniyoruz. Belki de anlayamadıkları bu! Çünkü kendileri her darbe yediklerinde çil yavrusu gibi dağılıyorlar. Dayanışmak yerine hemen birbirlerini satmayı tercih ediyorlar, çünkü dostluklarını da parayla kazanmışlardı. Bu benzemezlik onları kahrederken, bizi var ediyor.
Herkes yazıp çiziyor, ardınızdan. Bak ne yalan söyleyeyim, yine en doğru tavrı bizimkiler veriyor. Tuncay mektubunda; “AKP seçim öncesi önündeki tüm engelleri temizlemeye çalışıyor” diyor. Hâsılı anlayacağın biz bir araya gelmeyi veya tartışmayı pek beceremedik ama aldığımız darbelerle AKP bunu başaracak gibi. Bak o zaman onlara bir teşekkür borcumuz olabilir. Sen de haber yaparsın: “Toy başbakana hangi Devrimciler teşekkür etti” :)
Cin bakışlarınla ve cin fikirlerinle bir yerlerden çıkacaksın gibi geliyor. Elinde küçük bilgisayarınla, bir yandan rakı içeceksin, bir yandan haber gireceksin!
Ne çok sevenin varmış, duvarına bayağı yazı yazmışlar, ben en çok kayınvalidenin “Seninle gurur duyuyorum oğlum” cümlesini sevdim.  
Şimdiden özledim seni, dışarı da akıllı, yetenekli insan az. Gerçi, neresi içerisi, neresi dışarısı karıştı ama... Bir an önce aramıza dönmeni, canı yürekten diliyorum. Önce Özge için, sonra tüm seven dostların ve yoldaşların için, Sonra tüm okurların için. İçten içe de; düşman için…
Döndüremezsek seni eğer aramıza, unutma; Dostların ve Yoldaşların sana en sevdiğin bayramda zarfsız kuşlar gönderecek.
Umut dimdik ayakta! Sol yumruk havada!
Dayanışmayla, Dostlukla, Sevgiyle.  
Ahmet Saymadi  / 23 Şubat 2011 Çarşamba

10 Şubat 2011 Perşembe

“BİZİM” ANAYASAMIZI “BİZ” YAPACAĞIZ

 “BİZİM” ANAYASAMIZI “BİZ” YAPACAĞIZ.


Anayasa en nihayetinde bir hukuki metindir. Ancak onu diğer hukuki metinlerden ayıran özelliği; rejimin biçiminin, devletin kimliğinin, toplumsal yapının, temel hak ve özgürlüklerin ve devlet kurumlarının yapılarının ana hatlarının belirlendiği bir belge olmasıdır. Anayasa sınıf savaşımını kazananların perspektifinden kaleme alınır. Bu sebeple anayasada yer alan işçi hakları, sosyal haklar ve mülkiyet ilişkileri bu sınıfsal gerçeklik üzerine inşa edilir. Dolayısıyla, bir hukuki metin olması dışında, siyasal da bir metindir. Sınıfsal mücadelenin tüm kazanımları ve kayıpları, toplumsal değişimler, burjuvazinin belli kanatları arasındaki güç dengelerinin değişmesi sonucunda, anayasa sürekli değişikliğe uğrar.


Türkiye’de anayasal süreç, Kanun-i Esasi ile başlar. Şu anda yürürlükte olan 1982 anayasası, 1980 askeri cunta yönetimi tarafından topluma zorla kabul ettirildi. Türk kimliğine yaptığı vurgularla ve diğer etnik kimlikleri yok saymasıyla, laiklik adı altında Sünni İslam’ı işaret etmesi ve diğer inanç gruplarını tanımamasıyla, zorunlu din eğitimine ve Diyanet İşleri Başkanlığı’na yasal güvence sağlamasıyla, mili güvenliğe ve milli ahlaka yaptığı vurgularla, Türkçe dışındaki anadillerde eğitimi yasaklamasıyla, üniversitelerin özerkleşmesinin ve demokratikleşmesinin önüne koymuş olduğu engellerle, cinsiyetçiliğiyle ve bireysel özgürlüklere koyduğu sınırlamalarla bu toplumun bütün kriz noktalarını içermektedir. 1982 Anayasası bu toplumun ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzak olup, toplum tarafından sürekli aşılmaya çalışılmaktadır. Bugün, emperyalizm güdümlü cunta yönetimlerinin hazırladığı anayasalarla yönetilen ülke sayısı ikidir ve bunlardan biri Türkiye'dir.


AKP sekiz yıllık iktidarı içerisindeki tüm kazanımlarını anayasa değişiklikleri ile güvence altına almaya çalıştı. Son olarak 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan anayasa değişikliği hakkındaki halk oylamasıyla, bazı kozmetik değişikliklerle beraber, devlet içerisinde kısmen kontrolü dışında olan yargı organı içerisindeki gücünü de pekiştirerek devletleşme sürecinde bir adım daha attı. 12 Eylül’de yapılan anayasa değişikliği Meclis’ten sadece AKP’nin oyları ile geçtiği için halk oylamasına sunuldu. Ancak halk oylamasına sunulması, bütün toplumun anayasa tartışmalarına katılmasına vesile oldu.


Önümüzdeki dönem parlamento seçimlerinin de yeni anayasa tartışmaları üzerine şekilleneceği açık. Halk oylamasından AKP’nin istediği “Evet” sonucu çıkınca AKP anayasa tartışmalarını da rafa kaldırdı. Kendi ihtiyaçlarını karşılamak dışında,  anayasa tartışmasını gündeme getirmeyecek gibi görünüyor. AKP’nin anayasa değişikliğini veya yeni bir anayasayı kendi ihtiyaçları dışında gündeme getirmek zorunda kalmasının yegâne sebebi ise, Kürt Özgürlük Hareketinin, sosyalizm ve demokrasi güçlerinin anayasaya dair taleplerinin güçlü bir şekilde ortaya çıkması olabilir.


Belirli platformlarca anayasa tartışmaları sürdürülüyor. Bizlerin de anayasa tartışmalarına katılması önemli, çünkü anayasa tartışmalarında hem rejimin kendisini hem de geleceğimizi tartışıyoruz. Anayasa tartışmalarının sonuncusu ve en kapsamlısı geçtiğimiz günlerde “Herkesin Anayasasını Hepimiz Yapıyoruz” başlığıyla İstanbul’da yapıldı.


Solcuların, yurtsever devrimcilerin, sosyalistlerin anayasa tartışmalarına müdahil olması, bu konuda sözlerini söylemeleri ve ortak davranış geliştirmeleri elbette olumludur ve gereklidir. Ancak gerek organizasyonda, gerek konuşmacıların seçiminde devrimci sosyalistlerin yeterince görünür durumda olmaması, buna karşılık liberal ve “Yetmez Ama Evetçi” kesimlerin öne çıkmış olması dikkat çekiciydi.


Belki daha da önemlisi, Tartışma başlığındaki “herkes” ve “hepimiz” kavramlarının ima ettiği bulanıklıktı. Bizim, herkesin anayasasını yapmamız, hem imkânsız hem de politik olarak anlamsız. Biz ancak; rejim tarafından ezilen, sömürülen ve mağdur edilen kesimlerin, işçi sınıfının ve demokrasi güçlerinin taleplerinin karşılanması için bir anayasa tartışması yapabiliriz.


Tüm etnik kimlikleri tanıyan veya tüm kimliklere eşit mesafede duran, tüm inanç gruplarına özgürlük tanıyan, parasız eğitim ve parasız sağlık haklarını güvence altına alan, cinsiyetçi olmayan, işçilerin, işsizlerin, çocukların, yaşlıların, özürlülerin, kadınların ve öğrencilerin sosyal ve siyasal haklarını güvence altına alan ve tüm bunların örgütlenmesine engel olmayan bir anayasa, hepimizin ortak talebi olmalıdır. Ancak bu anayasal talepleri bir yazılı belgeye dönüştürüp iktidardan talep etmek yetmez. Bu taleplerin karşılanması için, talepte bulunanların güçlü ve ortak mücadelesi şarttır.


Şüphesiz ki, demokratik olarak tüm etnik grupların ve inanç gruplarının taleplerinin karşılandığı, işçi ve emekçilerin haklarının genişletildiği bir anayasa, mevcut anayasanın mağduru olanlar için önemli bir kazanımdır. Ama böylesi kazanımlar, ancak emekçilerin ve ezilenlerin ortak mücadelesiyle elde edilebilir.
Öte yandan, böyle bir anayasa bile “bizim” Anayasamız olmayacaktır. Çünkü bu haliyle bile burjuvazinin, sömürü düzeninin anayasasıdır ve burjuvazinin çıkarlarını korumaktadır. Anayasanın bizim anayasamız olması için onu bizim, emekçi ve ezilen kitlelerin yapması şarttır. Bizim yapmamız kolay olmayacaktır; ancak toplumsal dinamikler ve işçi sınıfı bunu yapacak gücü içinde barındırmaktadır. 


Emekçilerin, Kürtlerin, Alevilerin, kadınların kısaca tüm ezilenlerin taleplerini dikkate alan bir anayasa bile “bizim” Anayasamız olmayacaktır. Çünkü bu haliyle bile burjuvazinin, sömürü düzeninin anayasasıdır ve burjuvazinin çıkarlarını korumaktadır. Anayasanın bizim anayasamız olması için onu bizim, emekçi ve ezilen kitlelerin yapması şarttır. Bizim yapmamız kolay olmayacaktır; ancak toplumsal dinamikler ve işçi sınıfı bunu yapacak gücü içinde barındırmaktadır. 






Anayasa sınıf savaşımını kazananların perspektifinden kaleme alınır. Bu sebeple anayasada yer alan işçi hakları, sosyal haklar ve mülkiyet ilişkileri bu sınıfsal gerçeklik üzerine inşa edilir. Dolayısıyla, bir hukuki metin olması dışında, siyasal da bir metindir. Sınıfsal mücadelenin tüm kazanımları ve kayıpları, toplumsal değişimler, burjuvazinin belli kanatları arasındaki güç dengelerinin değişmesi sonucunda, anayasa sürekli değişikliğe uğrar.
İstanbul’da yapılan Anayasa Tartışmasının başlığındaki “herkes” ve “hepimiz” kavramları bir bulanıklığa işaret ediyordu. Bizim, herkesin anayasasını yapmamız, hem imkânsız hem de politik olarak anlamsız. Biz ancak; rejim tarafından ezilen, sömürülen ve mağdur edilen kesimlerin, işçi sınıfının ve demokrasi güçlerinin taleplerinin karşılanması için bir anayasa tartışması yapabiliriz.


5 Şubat Cumartesi 2011 / Ahmet Saymadi