9 Aralık 2010 Perşembe

DÜN ERMENİ’YE, BUGÜN KÜRD’E!

DÜN ERMENİ’YE, BUGÜN KÜRD’E!

‘’24 Nisan 1915'in şafak vakti. Özellikle İstanbul'daki Ermeni aydınları, yazarlar, sanatçılar, öğretmenler, avukatlar, doktorlar, mebuslar teker teker alınırlar evlerinden. Götürülürler... Ve bir daha da geri dönmezler. İşte, birkaç gün sonra bütün Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde gerçekleştirilen "Tarihsel Ermeni Dramı"nın başlangıcıdır bu tarih.’’

Yukarıdaki paragraf; Hrant Dink’in 23 Nisan 1996 yılında, Agos gazetesinde yayımlanan ‘23,5 Nisan’ adlı yazısından alıntı. Neler yaşandığını anlatmaya yetiyor. Tek dilli, tek uluslu, tek dinli ama sözüm ona laik bir ülke kurmaya çalışmanın ilk adımlarından biridir; Ermeni Tehciri. Bir yandan emperyalist paylaşım savaşına pay kapmak için giren Osmanlı kadroları, diğer yandan içeride, başka bir savaşı başlatmıştır. Farklı gördüğü, kendine tehdit saydığı tüm ‘anasırları’ temizlemek ise atadan kalma bir yöntem olarak, tarihinin kanlı sayfalarında mevcuttur. Bir milyonun üzerinde insan -ki bu insanlar kendi tebaasındandır- yurtlarından, işlerinden, dostlarından ayrı yaşamaya zorlanmıştır. Kalan tüm maddi varlıkları, Türk burjuvazisine pay edilmiş, yanlarında götürebildikleri ise yolda, Teşkilat-ı Mahsusa tarafından gasp edilmiştir. Göçe zorlananların kaçının göç ettirildiği yere varabildiği, yaşanan dehşetin en büyük ispatıdır.

Ermeni tehciri, Asuri/Süryani/ Keldani’lere yapılan katliamlar, Kürt’lere yapılan katliamlar, Alevi’lere yapılan katliamlar, Osmanlı’nın, cumhuriyete bıraktığı mirastır. Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi, aldığı mirası devam ettirmesinin tarihidir. Tehcirden sonra ülkede kalan Ermeni’ler ayrımcılığa uğramış, her daim ikinci sınıf vatandaş olarak görülmüş ve onlara sürekli şüpheyle bakılmıştır. Üç yüz ila dört yüz bin arasında Ermeni, tehcirden sonra Türkiye sınırları içerisinde yaşamaya devam etmiş ancak sistematik işleyen politikalar sebebiyle, kalanlar da zaman içerisinde göç etmiştir. 1915’te on üç milyon nüfus içerisindeki bir buçuk milyon Ermeni’den, nüfusun yetmiş milyona çıktığı günümüzde, sadece yetmiş bin kişinin kalması bunun en büyük göstergesidir.

Bu ülkenin kanlı tarihi, bünyesinde çok trajedi barındırır. 6–7 Eylül olayları, 1938 Dersim katliamı, askeri darbeler, Maraş ve Çorum katliamları… Saymakla bitiremeyiz. Bütün bu katliamlarla, zorunlu göçlerle, asimilasyon politikalarıyla yapılmaya çalışılan, tek tip ulus yaratma gayreti, bu coğrafyada tutmamıştır. Ermeniler tüm yaşananlara rağmen, resmi tarihi reddederek gerçekleri söylüyor ve kültürlerini yaşatmaya devam ediyor. Kürt halkı otuz yıldır bütün baskıya ve zulme rağmen direniyor. Farklı inançlardaki insanlar, inançlarını özgürce yaşamak için mücadele veriyor.

Yüzyıllarca barış içerisinde kardeşçe yaşayan Anadolu halkları, birbirine düşman edilmeye çalışılmaktadır. Ahmet Türk’e yapılan saldırı, bazı şehirlerde Kürt işçilere karşı yapılan saldırılar, Hrant Dink’in katledilmesi, Malatya Zirve Kitapevi Katliamı, 1915 zihniyetinin değişmeden devam ettiğini ve kamuoyunun da bunları meşru görecek bir noktaya çekilmeye çalışıldığını gösteriyor.

“Soykırım mı? Tehcir mi?” tartışmaları, tarihçiler tarafından yapılsın diyen devlet, tarihçilerin ve akademisyenlerin, 1915'te yaşananlar ile ilgili Ankara'da yapmak istediği sempozyumu engellemeye çalıştı, sempozyumun yapılacağı salon sürekli değiştirilmek zorunda kaldı. Buna rağmen organizatörler tarihle yüzleşmek için sempozyumu iptal etmedi ve sempozyumu geniş bir katılım ile gerçekleştirdiler. 24 Nisan günü, 1915 yılında yaşamını yitirenleri anmak için Taksim Meydanı’nda toplanan insanlara sivil faşistler saldırmaya çalıştı, güvenlik görevlileri ‘‘hoşgörü’’ içerisinde saldırganları uzaklaştırdı. Tehcir edilen insanların trenlere bindirildiği Haydarpaşa Garı’nda eylem yapan İnsan Hakları Derneği üyelerine ve eylemcilere de saldırıda bulunuldu. Bu baskıların toplumsal direnci engelleyemediği ortadadır. Bütün toplumsal olayların öncesinde eylemciler, medyaya taşınarak –‘‘haber’’ adı altında- sivil faşistlere hedef gösterilmektedir. Baskı ancak, direnenlerin direncinin şiddetini arttırır. Bu tarihle sabittir.

Halkları birbirine düşman etme gayreti içerisindeki egemenler ve emrindeki bürokrasi, bu katliamlarla hem tek tip, milliyetçi, muhafazakâr bir toplum yaratma gayreti içerisindedir hem de yarattığı sömürü ve eziyet düzenini gizlemeye çalışmaktadır. Bu ülkenin halklarının birbiriyle bir sorunu yoktur, birbiriyle barış içerisinde yaşamayı da bilir, diğerinin iradesine ve varlığına saygı göstermeyi de…

Bu gidişata ‘’sahte açılımlar’’, ‘’kendine demokratlıklar’’ değil, halkların, ezilenlerin ve emekçilerin ortak mücadelesi dur diyebilir. Ezilenlerin ve emekçilerin kaybedecekleri bir şey yoktur, bölüşecekleri bir lokma ekmek, kazanacakları özgür bir dünya vardır.

Yaşasın halkların kardeşliği, isçilerin ve ezilenlerin eşit ve özgür birlikteliği!

( Ahmet Saymadi - Toplumsal Özgürlük Dergisi 4/32 – 2010 sayısında yayınlanmıştır. )

Ahmet / 09 Haziran 2010 Çarşamba

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder