21 Aralık 2010 Salı

ÖYLE BİR GEÇER ZAMAN Kİ.



ÖYLE BİR GEÇER ZAMAN Kİ.
Bir süredir arkadaşlarım ‘yahu hali hazırda bir şeyler yazıyorsun bir blog aç oradan paylaş bunları, facebook notu olarak kaynamasın arada’ demelerine kayıtsız kalmadım. Bende açtım geçenlerde, facebooka not olarak eklediğim bazı yazıları koydum bloga. Yazıların hepsi eskiydi ama tükkan boş kalmasın diye ekleyiverdim bir kaçını. Arada bir şeyler yazıp eklemek istiyorum, yazma alışkanlığa da pekişir böylece, her şey bir disiplin meselesi sanırsam.
Bu aralar ‘Öyle bir geçer zaman ki’ adlı diziye taktım. Aslında tam izleme değil benimki, izlerken bir sürü şeyde yapıyorum mesela bu yazıyı izlerken yazdım, Hatta başka birkaç yazı bile okudum, reklamlarda uzun. Senaryosu ustaca işlenmiş bir dizi, bazen kopukluklar, garip bağlantılar, geçişler yapıyorlar ama yine de fena değil. Bir de müzikler pek araklama, başka filmlerden çalıp duruyorlar, ya da ‘gönderme’ yapıyorlar. Mesela dizinin en anlamlı müziği ‘Bir zamanlar Amerika’ filminden alıntı.
Dizinin ana hattına Cemile ile Karolin’in gerginliğini oturtmuşlar. Her gerilimli anda Karolin görünmezse, Cemile’yi çıldırtmazsa olmaz. Cemile’nin eli pek ağırmış, Geçen bölümde bir tokat salladı, savurdu Ali’yi, sarstı adamı, aslında karolin gelmese vurmayabilirdi. Bir de güzel kadın Cemile. Ağırlığı var.
Mete, dizide en hakikatli lafları eden karakter. Annesiyle geçen bölüm ‘yalan ve tuzak’ monologu harikaydı. Bir de, disiplin kurulu sahnesi vardı, yıktı geçti. Mete’deki devrimci dinamiğe hayranım. Annesine ‘Asla diz çökme’ diye seslenişi beni benden aldı. Çocuk anasından oyuncu doğmuş.
Aylin çok asi kız yoksulun yıkıcılığı var onda. Soner’i kevgir etti, inşallah kanser eder. Bir de acayip isyankâr, acayip özgüvenli kadın. Kendi kuralını kendi koyuyor, çok harbici, Hasut kuzeni de çok itici.
Üzülmeyin, Ali’den bende nefret ediyorum. Karolin ithal gelin, ıyy… Hemen geçelim.
Ev polis tarafından dağıtılırken, tek yardım eden manavdı. Ev yanarken de manav geldi, yardıma, oldum olası sevmişimdir mahalle esnafını, iş hayatına evin altındaki bakkal Behzat abi’de çırak olarak başlayınca tabi, normal böyle şeyler. Bir de bizim Kazancı yokuşundaki bakkal Serkan’a bayılırız. Çok içmişliğimiz var dükkânında, hatta isim vermiştik, ‘Serkan Pub’ diye, yazın dükkânın sağındaki merdivenlerde, kışın buzdolabının arkasında takılırdık.
Ahmet’in yoldaşlarıyla toplantı yaptığı evde, toplantı masasının üzerindeki Mustafa Kemal portresi dikkatimi çekti, bir de Ahmet bir solcu için çok beyaz türk göründü gözüme, aile de zengin falan yani. Ahmet’in annesi ‘bir ev yanmış, bir aile sokakta kalmış’ deyince nasıl yalandan ‘yazık’ dedi. Bir de evi tamire gidişlerinde ‘hepsinin aynı montu’ (Başbakan onları da tanır mı acaba?) giymesi çok hoştu. Polise karşı duruşları felan. Her halükarda sevdim kendisini, adaşım bir de. Niye sevmeyeyim.
Berrin’e pek sinir oluyorum, Salak mı ne! Hiçbir şeyi anlamıyor, ya da yanlış anlıyor. Bir de kardeşleriyle Sanki aynı evde büyümemişler Aylin’le ve Mete’yle hiç benzemiyorlar. İsyan etme duygusu Berrin’den kardeşlerine geçmiş, yazık… Her yoksulda olması lazım, isyan duygusunun.  Aylin ne kadar hakikatliyse, Berrin o derece kof.
Soner’e çok pis gıcık oluyorum, her yerde her şeye muktedir burjuva tavrı geriyor artık. Bir de kardeşiyle aralarındaki ‘Aylin’ diyalogu kabak tadı verdi. Hasta kardeşi mutlu etmede ‘Canım Kardeşim’ filminin hakikatini hiçbir film geçemiycek galiba.
Şu sürekli koşarak acil haberler veren bir kız var, Ayten, Berrin’in arkadaşı. Çok hoş, pek şirin, pek güzel bir kız ama bir panikle gelip geçiyor ömrü kızın.
Hakan var ya, çok mal o, mal deyip geçelim.
Bir de Ilgıt’ın dediği; ‘Abi sağcılar çok çirkin ya’ lafı geldi aklıma. Hakikaten öyle, adamları nereden topluyorlar hepsi ayrı bir çeşit, hatırla sevgilide de böyleydi. Geleneği, geçmişi katillik olanın yüzünün nuru da gidiyor olsa gerek.
Polisler de seçme dizide, pek bir iğrençler. Eskidende böyleymiş bunlar, şimdi de böyleler.
Filistinli devrimci Amina vardı, kadını mundar ettiler geçende, gece yarısı adamın yatağa gitmeler falan.
İnci öğretmenin steril manitası Sedat’a karşı tavrı pek şıktı. Bu kariyer sahibi, kravatlı, verili kurallar içerisinde yaşamaya hevesli adamları sevmiyorum, bunları başardıktan sonra da gerine gerine gezen ‘başarı misyoneri’ adamlar ve kadınlar hep itici geldi bana. Sedat’ta onlardan biri, İnci’nin acil yol vermesi lazım ona, acil.
Osman tatlı çocuk, ama hangi çocuk öyle değil ki… Ben de severim çocukları.
Bir dizi için fazla kelam ettim, ama bu kadarını hak etmişti bence.
Ahmet / 21 Aralık 2010 Salı





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder