11 Ocak 2012 Çarşamba

KÜRT MEMET NÖBETE

KÜRT MEMET NÖBETE




Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne dek, kabaca laik ulusalcılar ve muhafazakârlar diye tabir edebileceğimiz güçler arasında bir mücadele sürüp geldi. Bu mücadelenin 2002 yılında başka bir yere evrildiğini, AKP’nin tek başına iktidar olmasıyla her şeyin değiştiğini söylemek mümkün.  2002 genel seçimlerinde AKP’de oluşan iktidar bloku, ustaca hamlelerle ve ABD’nin de icazetiyle, bugün; gücünü ne zaman kaybedeceği merakla beklenen bir tiranlığa dönüşmüş durumda. En iyi ihtimallerde bulunanlar bile 2013 yerel seçimlerini ve 2015 genel seçimlerini alacağına şimdiden kesin gözüyle bakıyor.

Türkiye’de devrimci güçlere karşı yapılan 1971 muhtırasının ve 1980 darbesinin ardından devrimci hareketin önünü kesmesi için, muhafazakârların işinin hayli kolaylaştırdığını hatta önlerinin açıldığını söylemek mümkün.  1980’den sonra; ANAP iktidarlarında kendine daha fazla yer bulan, giderek gücünü arttıran, sermaye ile ilişkilerini geliştiren, hatta kendi sermaye gruplarını oluşturan başka bir muhafazakârlık gelişti.

Daha radikal muhafazakârlar ise Milli görüş geleneğinin devamı olan Refah partisiyle yerel yönetimlerde deneyim kazandılar, güçlerini arttırdılar.  28 Şubat’ın ardından,; REFAH, ANAP, DYP, MHP kadroları içerisinde yer alan muhafazakârlar, kendileriyle ortaklaşabilen diğer güçlerle ittifak yaparak AKP’yi kurdular. AKP, 2002 seçimlerinde %34, 2007’de ise %47 oy aldı. Bu onların devleti yönetme kabiliyetlerini ispatladı, toplum nezdinde meşruiyetlerini kazanmalarını sağladı ve uluslararası arenada itibarlarını arttırdı.

Devlet aygıtının eski sahiplerinin elinde ise sadece ordu ve yargı kalmıştı.  2002 yılında genelkurmay başkanı olan Hilmi Özkök ordunun AKP ile uzlaşmasına, ordunun AKP kontrolüne geçmesine ivme kazandırdı. Yaşar Büyükanıt ise, Özkök ile başlayan uzlaşma zeminini 2007’deki Dolmabahçe toplantısıyla perçinledi. Araya sıkışan İlker Başbuğ’un ve Işık Koşaner’in genelkurmay başkanlıkları dönemlerini de ustaca hamlelerle atlatan AKP, Nejdet Özel ile birlikte istediği genelkurmay başkanına kavuştu. AKP, ordu ile yaşanan tüm krizleri gücünü konsolide ettiği manevralara çevirmeyi bildi.

Yargıdaki, güçlerini de giderek kaybeden ulusalcılar, 12 Eylül 2010 referandumundan sonra yapılan HSYK seçimlerinde Adalet Bakanlığı’nın listesinin seçilmesi ile güçlerini tümden kaybettiler. AKP, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nden devşirdiği Özel yetkili ağır ceza mahkemelerini de bir zamanlar kendisine karşı kurulan İstiklal mahkemeleri gibi kullanmayı ihmal etmediler.

Son olarak, İlker Başbuğ’un tutuklanması güç dengelerinin başka bir boyut kazandığını gösterdi. AKP, kimseyi umursamadığını, her an herkese “dokunabileceğini” göstererek siyasi muhaliflerine son restini çekti. Buna AKP’li bakanların hemen her konu hakkında umursamaz, pervazsız açıklamalarını da ekleyebiliriz!
Ancak bu kavgada ortaklaştıkları meseleler de mevcut! Cumhuriyet tarihi boyunca ulusalcılarla muhafazakârların üzerinde uzlaştığı üç şey var: Kürt halkına, Devrimcilere ve kadınlara/eşcinsellere uygulanan şiddet! Her ikisi de Kürt halkının boyunduruk altında tutulmasında, burjuvazinin çıkarlarının korunmasında ve cinsiyetçilikte hemfikirdir. O sebeple her ikisinin de en nefret ettiği cümledir: “Ulusal, Sınıfsal, Cinsel sömürüye hayır” Her ikisi de varlığını bu üç ayaklı sömürüye borçludur. En çekişmeli oldukları anlarda bile bu meselelerde ortak tavır aldıklarını görebilirsiniz.

Muhafazakârlarla mücadelede güç kaybeden ulusalcılar, Son zamanlarda AKP’ye karşı işbirliği arayışına girdiler. Her devrin partisi ve hep güçlüden yana olan MHP ile işbirliğinden ziyade MHP’nin tabanını çekmeye oynuyorlar. Sosyalistler arasında ise AKP gibi bir güç karşısında, ulusalcılarla işbirliği yapmayı tercih edecek olanların ortaya çıkacağı aşikâr…

Bu ittifak arayışında ulusalcılar açısından kesinlikle kazanılması gereken güç ise; Kürt Özgürlük Hareketi. Hatta uzun zamandır bu konuyla ilgili çaba sarf ediyorlar.

Zor durumda kaldıklarında, birlikte olmaktan en imtina ettikleri güçlerle işbirliği yapmaktan çekinmeyecek olan ulusalcılar bu konuda çok tecrübeliler. Onlar için başarı sayılacak olan ve ulvi amaçlarına hizmet eden bu ittifaklar, karşılarındakiler için çok acı sonuçlar doğurabiliyor.  İttihat ve Terakki cemiyeti, Abdulhamit’e karşı giriştiği iktidar mücadelesinde ilk olarak, Ermeni halkının Taşnak Sutyun partisi ile ve Kürt Teali Cemiyeti ile ittifak yapmış ve bu ittifakın İttihat’ın istediği sonuçları doğurmasından sonra; önce Ermeniler kırıma uğramış, ardından Kürtler kırıma uğramıştır.

Kürt Özgürlük Hareketi dönem dönem ulusalcılarla görüşmelerde bulunmuş, ulusalcıların ateşkes çağrılarına Hareket tarafından olumlu yanıt verilmiş hatta 1 Eylül 1999’da  “sınır dışına Çekilme” kararı da alınmıştır. Ancak, sınır dışına çekilme esnasında TSK tarafından operasyonlar yapılmış, birçok Kürt yaşamını yitirmiştir. 1991 Genel seçimlerinde SHP listelerinden seçilen Kürt vekiller mecliste yalnız bırakılmış, partiden istifaya zorlanmış, ardından dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla cezaevine konulmuştur.  Şimdi kürekleri çekmeye çağrılanların, ihtiyaç kalmayınca gemiden ilk atılacaklar listesine yazıldığını biliyoruz.

Yazılarında, eskiden birlikte mücadele ettiği Kürt arkadaşlarına selam yollayanların, CHP’yi ve BDP’yi ortak mücadele etmeye çağıranların, geçmişteki acı deneyimleri gözden geçirmelerinde fayda var. Yapılacak çağrıların doğru bir yerden yapılması şart. Cinsiyetçilikle, milliyetçilikle, burjuvaziyle mücadele ederken ortaklaşılan bir zemin var. İttifak, çağrısında bulunurken bile, kendi zeminlerine çağırıp, Kürt halkının taleplerinden vazgeçmelerini talep ediyorlar.   

Ayrıca, bu aralar sık sık verdikleri Mevlana’nın üç öküz hikâyesindeki öküzlerden birisi ulusalcılar değildir. Güçlerini birleştirmesi gerekenler; ezilen halklar, işçi sınıfı ve kadın kurtuluş/LGBT hareketidir. Ulusalcılar olsa olsa bu kavganın karşı saflarında yer alan kurtlar olabilirler. Biz o hikâyenin “Ermeniyi dövdürtmeyecektik” versiyonundan alacağımız dersi aldık!

Ahmet Saymadi / 11 Ocak 2011 Çarşamba



















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder