5 Ekim 2011 Çarşamba

ÖLÜLERLE YÜRÜTÜLEN SAVAŞ

ÖLÜLERLE YÜRÜTÜLEN SAVAŞ      

                     Bu sabah Tekirdağ cezaevinde tutuklu bir arkadaşıma görüşe giderken Radikal gazetesindeki (1) bir habere takıldım.  Londra’da sürgünde yaşayan Kırımlı yazar Cengiz Dağcı 91 yaşında yaşamını yitirmişti. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu durumdan haberdar edilmiş ve haberi alan Davutoğlu, ilgili mercilerle iletişime geçmiş Dağcı’nın Kırım’daki köyüne gömülmesi için gerekli girişimlerde bulunmuştu. Cenazeye Türkiye’den içinde Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın da bulunduğu kalabalık bir heyet katılmıştı. Cengiz Dağcı son yolculuğunda Türkiye tarafından onurlandırılmıştı.   

               Sürgündeki bir yazarın sahiplenilmesi son yolculuğuna uğralanırken gereken ilginin ve hürmetin gösterilmiş olması sevindirici. İnsanın en kıymetli olduğu anın öldüğü an olduğu, ölünün diriden daha fazla kıymet gördüğü, yaşamayı göze alana bin bir zulmün reva görüldüğü bir coğrafyada devletten beklenen de yaşamını yitiren insanların son yolculuklarında yakınları tarafından huzur içinde uğurlanmasını beklemek, herkesin en doğal hakkı olsa gerek. Malum; buralarda her şey için her söz söylenir ama ölünün arkasından söz söylenmez. Ölene her zaman gereken saygı gösterilir. Bayram sabahları bile bayram sevinci yaşanmadan önce ölüler ziyaret edilir.               

                 Ancak bu ölene saygı duyulması meselesinde bile bir ayrımcılık var bu ülkede. Cengiz Dağcı için sevinirken, başkaca birçok insana reva görülenler için üzülüyor, öfkeleniyoruz.

                2009 yılında Atina’da yaşamını yitiren Kürt müziğinin en önemli isimlerinden, Ermeni ozan Aram Tigran’ın Diyarbakır’a defnedilmesine “provakasyon yaratacağı” sebebiyle İçişleri Bakanlığı tarafından izin verilmedi (2). Aram Tigran için; “Evet, biz Ermenilerin bu topraklarda gözü var, çünkü kökümüz burada, ama merak etmeyin; bu toprakları alıp gitmek için değil, bu toprakların gelip dibine girmek için” (3) diyen Hrant Dink’in de sesi duyulmadı. Belki de Hrant’ın bu sözlerinden sonra bu topraklara gömülmek isteyen ve yurt dışında yaşamını yitiren ilk Ermeniydi Aram Tigran.  

                Dünyaca tanınan Türkiyeli yazar Nazım Hikmet’in mezarının Türkiye’ye getirilmesi için yapılan resmi kurumlara yapılan onlarca başvuru ve kampanya sonuçsuz kaldı. Mezar taşlarının bile kırılmaya başlandığı Şimdilerde getirilmemesine acı acı seviniyoruz!

             Yüzlerce haftadır Galatasaray Lisesi’nin önünde oturan Cumartesi annelerinden Fatma Morsümbül’ün işkencede katledilen oğlu Hüseyin Morsümbül için söylediği “Oğlumun kemiklerini bulsam, sırtımda taşıyacağım. Çünkü kokusunu çok özledim” (4) sözleri bile devlet tarafından duyulmuyor. İnsan Hakları Derneği’nin raporlarında (5) yer verdiği, toplu mezarlara gömülen 2000’e yakın inansın mezarlarının açılması ve naaşların ailelere teslim edilmesi ile ilgili yapılan tüm girişimler de sonuçsuz kalıyor. Yaşamını yitiren Gerillaların naaşlarına işkence ediliyor, insanlık dışı muameleler yapılıyor, cenaze törenlerine müdahale ediliyor.

                 Son sözü Davutoğlu’na bırakıyoruz; “Vatanı vatan yapan biraz da mezar taşlarıdır.” Anlaşılan bu vatanda yok hükmünde sayıldığımızdan, mezar taşı bile layık görülmüyor bize… Sadece bizimle değil, ölülerimizle de bir savaş yürütülüyor. Memleket memleket değil sanırsın kabristan veyahut mapushane…



Ahmet Saymadi / 05 Ekim 2011 Çarşamba

 




2.      Radikal’deki Aram Tigran ile ilgili haber:


3.      Hrant Dink; İki yakın halk iki uzak komşu: http://www.insanokur.org/?p=678













Hiç yorum yok:

Yorum Gönder