22 Ekim 2011 Cumartesi

GERÇEKTEN KARDEŞ MİYİZ?


GERÇEKTEN KARDEŞ MİYİZ?

                Beylik bir laf ile başlayayım: “Kritik bir süreçten geçiyoruz”. İçinden geçtiğimiz günler, pek sevmediğim bu cümleyi ziyadesiyle kullanmamızı gerektiriyor. Ne zaman topluca asker cenazesi gelse herkes tepkisini yüksek sesle dile getiriyor. Toplumun belirli kesimlerinin milliyetçi damarları kabarıyor, kimi yerlerde neredeyse sokağa çıkılamayacak kadar faşizan bir hava hâkim oluyor. Bunun tam tersi bir hava Kürdistan illerinde ve Avrupa’da yaşayan Kürtlere de hâkim. Savaşın ve kanın ağırlığı her yere sirayet ediyor.

                  Durum daha homojen bir çevrede yaşayan insanlar açısından sorun olmasa da, farklı etnik kökenden insanların bir arada yaşadığı, Kürtlerin zorunlu göçlerle geldiği büyük kentlerde ciddi tehlike arz eden olaylar meydana geliyor. Son olarak Bursa’da yaşananları verebiliriz, Kürtlere ait işyerleri tahrip edildi, yaşadıkları evlere saldırıldı. Birçok yerde BDP il ve ilçe örgütlerine saldırıldı, kimi yerlerde yakıldı. Bunun bir süreklilik arz etmesi ise daha büyük bir çatışmayı, boğazlaşmayı da uzun erimde ortaya çıkaracak gibi! Umarız böyle bir şey yaşanmaz.

               Bir iki giriş cümlesinden sonra esas meramıza gelebiliriz. Bizler uzun zamandır farklı etnik kökenlerden ve dinlerden insanlar bir arada yaşıyoruz ve kimi zaman birçok olaya verdiğimiz tepki de aynı olabiliyor. Ancak mesele onların tabiriyle “şehit cenazeleri” olunca durum birden değişiyor. Çevremizdeki insanların birçoğu asker cenazeleri ile ortaya çıkan hassasiyete aynı şekilde ortak olmamızı, empati yapmamızı istiyor. Bugüne kadar olan onlarca mesele de farklılıklarımızı koruyarak devam ettirdiğimiz uzun süreli ilişkilerimiz bile, bu hassasiyete ortak olmamamız sebebiyle çatırdıyor, sona eriyor. Birden hepimiz doksanlı yıllardan kalan kimliklerimize zorunlu dönüş yapıyoruz; bordo bereliler güney Kürdistan’a girerken, bordo klavyeliler vatansever oluyor, bizler vatan haini! Her meselede belleksiz bu toplumun unutmadığı tek şey hainliğimiz!

                Kimseden böyle şeyler beklenilmemesi gerekiyor, çünkü herkesin meseleye bakışı ve hassasiyetleri farklı, ben aklıma gelenleri gerekçeleri ile bunları yazacağım. Geçmişteki köy boşaltmaların bittiği, anadilin serbest olduğu, Kürtlerin rahatça her şeyi yapabildiği söyleniyor. Kocaman bir yalan!

                 Her şeyden önce; Kürtlerin bir toplum olarak kendi varlıklarını ve kültürlerini devam ettirebilmelerini sağlayacak kolektif hakların anayasal güvenceyle sağlanması gerekiyor. Yoksa 20 milyonluk bir halk asimilasyon politikaları ile yok olacak. Bunun da birinci yolu, yerel yönetimlere özerklikler tanımak. Yerinden yönetim ilkesi ile halkın birçok ihtiyacını yerel yönetimlerle sağlamasını sağlamak. Buna basit bir örnek vermek gerekirse, Diyarbakır Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, belediye hizmetlerini halkın ihtiyaçları doğrultusunda birçok dilde vermeye kalkıştı. Ne mi oldu; hapis yattı. Şimdilerde ağır hastalığına rağmen yurtdışına tedavi için çıkmak istiyor izin verildi mi? Hayır.

                  Anadilde eğitimin devlet tarafından güvence altına alınması şart. Devlet okullarında isteyen herkese Kürtçe eğitim verilmeli. Seçmeli ders altında, eğitmenin bile olmadığı “boş ders” mantığı ile verilen göstermelik dersleri kimseye yutturamazlar. TRT6 adı verilen AKP’nin Kürtçe yayın organını keşke anlasanız, para verseler izlemezsiniz. Yurttaşların özgürce kuracağı Kürtçe yazılı ve görsel medya organlarına yayın izin verilmeli. Verildi mi? Hayır. Bakınız, Azadiye Welat gazetesi, genel yayın yönetmeni 124 yılla yargılanıyor.

                 Anayasadaki yurttaşlık tanımı yeniden yapılmalı. Türk kimliğine vurgu yapan, diğer etnik kökenleri yok sayan maddeler yerine tüm etnik kimlikleri kapsayan, insana vurgu yapan evrensel kavramlarla yeni bir anayasa yazılmalı. Buna bağlı tüm kanunlar değiştirilmeli, kamu alanındaki sadece bir kimliğe vurgu yapan her şey değiştirilmeli.  

               Köyler boşaltılmıyor artık (son olaylarla boşaltılan 10’a yakın köyü saymazsak), peki o köylere dönülebiliyor mu? Hayır. Yerinden yurdundan edilen insanların, mülkleri gasp edilmiş durumda, geri dönmeleri ile ilgili mülkiyet hakları verilmiyor. Devletin bu insanların uğradığı haksızlıkları ve kayıpları ise tazmin etmesi gerekiyor. Mülkiyet haklarında ve tazminat ödemelerinde bir ilerleme var mı? Hayır. Köylülerin bıraktığı mülkleri kimin eline geçti, biraz araştırın, deniz feneri ekibinin doğu versiyonu dağ feneri ekipleri ile karşılaşacaksınız!

                  Binlerce insan faili meçhul cinayetlere kurban gitti, işkencede insanlar kaybedildi, tüm dünyanın şahit olduğu hak ihlalleri yaşandı. Bu suçları işleyen insanlar ile ilgili işlem yapıldı mı? Hayır. Hakikatleri araştırma komisyonları kurularak bu suçları işleyen tüm devlet görevlileri ve sivillerle ilgili incelemelerin yapılması, suçluların cezalandırılması, mağdurların zararların tazmininin sağlanası gerekiyor. Bunlar yapıldı mı? Hayır. Tüm devlet sırları sır olmaya devam ediyor, artık mobese kayıtları da devlet sırrı, bakınız, Batman…

                     İnsan Hakları Derneği’nin öncülük ettiği, içinde çeşitli Demokratik Kitle Örgütlerinin de bulunduğu heyetin ortaya çıkardığı “Toplu Mezarlar” var. Genelde kitlesel savaşların yaşandığı, toplu ölümlerin olduğu yerlerde karşılaşılan toplu mezarlar var Kürdistan’da. Bu toplu mezarların hepsinin insani yöntemlerle açılması, kimlik tespitlerinin yapılması, naaşların ailelerine teslim edilmesi ve veda hakkının tanınması gerekiyor. Yapıldı mı? Hayır. Çemişgezek’te bulunan toplu mezar kepçelerle açıldı! Gerisini anlatmayacağım.

                    Bakmayın kaldırdık dediklerine; askeri cuntadan kalma yasalar ve mahkemeler her iktidar tarafından yeni ihtiyaçlara göre yeniden düzenleniyor. Artık Devlet Güvenlik Mahkemeleri yok, Özel Yetkili Mahkemeler var, bir de Terörle Mücadele Kanunu. Bu yeni TMK’ya göre ne yapsak suç ve bu yasalar sebebiyle binlerce insan anlamsız sebeplerden cezaevlerinde. Siyasi suçlulara acilen bir genel affın çıkarılması, TMK ve ÖYM’lerin kaldırılması gerekiyor. Abartmıyorum, bu yazdıklarımız bile halkı askerlikten soğutmak, suçu ve suçluyu övmek gibi suç unsurları taşıyor. Anlayacağınız sussak ölüm, konuşsak intihar!

                    Bir de, dilinizi değiştirmeniz gerekiyor; terörist başı, terörist, bebek katili, vatan haini gibi kelimeleri yok etmeniz gerekiyor. Onların yerine daha politik; örgüt lideri, militan, farklı düşünen insanlar gibi kavramlar kullanılabilir. Beş milyon insanın irade beyanında bulunduğu bir partiye saldırmaktan vazgeçin, vazgeçmeyecekseniz eğer, “72 milyon tek yürek” demeyin lütfen, bizi yok yazın 67 milyondan devam edin…

                  Son olarak, işkence edilen gerilla görüntüleri sizi hiç mi rahatsız etmiyor. Öldükten sonra, işkence edilen, kulağı kesilen, tekmelenen, yerlerde sürüklenen gerilla görüntülerine insan bakamıyor. Onlar birçok Kürdün tanıdığı veya akrabası veya arkadaşı olabilir. Bu insanlık dışı uygulamalara Kürtlerden önce Türklerin karşı çıktığı gün barışa bir adam daha yaklaşacağımızı düşünüyorum.

                 Bunlar olmayacaksa eğer, kardeşlik anlayışınız Kabil’in Habil’e duyduğu kardeşlikten farklı bir şey olmaz. Biz nasıl ki ölen her asker cenazesine üzülüyorsak, her can gittiğinde Kürt Türk ayırt etmeden içimiz yanıyorsa, aynı şeyi sizden de bekliyoruz. Ölen gerilla’da bu toprakların evladı, gömülecek yeri olmasa da…

                 Tüm bu söylediklerimizde bir çakıl taşını alıp şuradan şuraya götürmekten, vatan denilen toprak parçasını bölmekten bahsetmedik. Tüm bunlar demokrasi sınırları içerisinde yapılabilecek makul ve insani şeyler. Empati kolaysa buyurun siz de gelin beraber yapalım. Meramımız budur a dostlar. Kırdıysak affola.

Biz kardeş olmaya dünden hazırız, Barışı herkesten çok biz istiyoruz.
Son söz, Birbirimizi öldürmekle bitirseydik eğer, çoktan biterdik emin olun…

Ahmet Saymadi  / 22 Ekim 2011 Cumartesi









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder