11 Ocak 2011 Salı

AKP, BÜKEMEDİĞİ ELİ KELEPÇELİYOR!

AKP, BÜKEMEDİĞİ ELİ KELEPÇELİYOR!
“Bükemediğin eli öp” diye bir atasözü var, hepimizin bildiği. Güçlü olan için, güçsüz olana kavgayı bırakmasını öğütleyen bu söz, güçsüz olan için bir anlam ifade etmez. Herkes gücü yettiğince, direnebildiğince kendini ezen güce karşı durur, bükme gayretini hep taşır.
“İleri demokrasi timsali” AKP,  iktidar gücüne ve seçim barajı avantajına rağmen, 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde DTP’ye karşı, Kürt coğrafyasında üstünlük sağlayamadı. Seçim barajı dezavantajına ve hazine yardımı almamasına rağmen DTP, bağımsız adaylarla girdiği seçimden büyük bir başarıyla çıkarak, mecliste grup kurmayı başardı. Seçim barajı AKP’ye fazladan 12 milletvekilliği kazandırdı.
29 Mart 2009 yerel seçimleri öncesi ise Diyarbakır ve Tunceli belediye başkanlıklarının da alınmasını isteyen Başbakan muradına eremedi. AKP seçimlerde Diyarbakır ve Tunceli’yi almak bir yana, elindeki Van ve Siirt belediye başkanlıklarını da kaybetti. DTP ise yine büyük bir başarı göstererek belediye başkanlığı sayısını 50’den 99’a çıkardı.
KCK davası, AKP’nin aldığı iki büyük yenilginin rövanşını alma çabasından başka bir şey değil. 2007 yılının Şubat ayından itibaren KCK sanıklarını teknik takibe başladığını iddia eden emniyet, nedense operasyona başlamak için 14 Nisan 2009 tarihini bekledi. AKP 29 Mart yerel seçimlerinde aldığı yenilginin ardından, operasyon için düğmeye bastı. AKP’nin bükemediği ele, reva gördüğü; Kelepçeydi.
Operasyonun başlamasından bugüne dek Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar, Belediye Başkanı tutuklandı. Başbakan’ın diline doladığı ‘halk iradesi’ kavramı, Kürt halkının iradesi söz konusu olunca AKP’nin aklına bile gelmiyordu. Gelse bile, o iradeyi yok saymak, çiğnemek için geliyordu. Durum ortada; KCK operasyonu adı altında 2 binin üzerinde Kürt siyasetçi tutuklu!
Tutuklananların arasında, Eski ve yeni belediye başkanları dışında; İnsan Hakları Derneği yetkilileri, avukatlar, akademisyenler, sivil toplum örgütlerinin başkan, yönetici ve üyeleri, sendikaların üye ve çalışanları, yerel TV yöneticisi ve gazete çalışanları, yerel, kültürel ve çevreci dernek yönetici ve çalışanları, mahalle, belde, ilçe ve il meclis üyeleri bulunuyor. Kürt coğrafyasında, demokratik mücadele veren herkes tutuklanma tehdidi ile karşı karşıya. KCK davasının niteliğiyle ilgili en iyi tespit, sanırım Eşber Yağmurdereli’den geldi: “Aslında hayatı yargılıyorlar.”
AKP ile hayatımıza giren, teknik takip, gizli tanık gibi kavramalar dışında bir de, binlerce sayfalık iddianameler var artık. KCK iddianamesi 7568 sayfadan oluşuyor ve çoğu ortam dinlemesi sonucu tutulan telefon kayıtları. Kayıtların çoğu günlük rutin konuşmalar. Bir de hazırlanan manasız şemalar… Mesela bir gençlik örgütü şeması var; Karadeniz bölgesi hariç tüm bölgeleri bölge isimlerinin altında, il isimlerini sıralayarak, şema diye vermişler. Eğer şema bu ise, gençlik örgütünün yapısını tüm ilkokul öğrencileri biliyor!
Suçlamalar arasında ise, PeKaKa yerine PeKeKe denilmesi, Irak Federal Kürdistan Bölgesine giden herkesin Kandil’e gitmiş sayılması, TBMM’ye ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne dilekçe gönderilmesi, 8 Mart Kadınlar günü, 21 Mart Newroz Bayramı, 1 Eylül Dünya Barış günü gibi etkinliklere katılmak, Hasankeyf’e Ilısu barajın yapılmasına engel olmak için etkinlikler düzenlenmesi, Cumhuriyet Bayramı etkinliklerine katılmamak gibi birçok şey var. Suçlamalara bakınca ne çok suç işlemişiz diye düşünmeden edemiyor insan! Ilısu barajının yapılmasına karşı çıkmak suç ise, Tarkan suç ortağımız!
Kürt siyasetçilerinin itham edildikleri suçlamaları okuyunca aklıma hemen DEP milletvekillerinin, dokunulmazlıkları kaldırılarak tutuklanmalarının ardından yargılandıkları 1994’teki DEP davası geldi. DEP davası ile ilgili iddianameyi hazırlayan dönemin DGM başsavcısı Nusret Demiral, her konuşmasında ‘iddianamenin tarihe geçeceğini’ belirtiyordu. Nusret Demiral haklı çıktı. Milletvekillerinin idamlarını istediği DEP iddianamesi tarihe geçti ancak bir ‘insanlık ayıbı’ olarak…
DEP davası ile ilgili iddianamede de, KCK davasına benzer şeyler vardı; meclise sarı kırmızı yeşil renklerde mendille gelmek ve sarı kırmızı yeşil renklerde taç takmak, Mahmut Alınak’ın DEP 1. genel kurulunda “Kürt halkının özgürlüğü’nden” bahsetmesi, Hatip Dicle’nin; milletvekilliği yemin metnini “Anayasa’nın baskısı altında okuyoruz!” demesi, Leyla Zana’nın meclis kürsüsünden “Ben Kürdüm, sonuna kadar da Kürt kalacağım” demesi gibi, savcıya göre‘bölücülük’ içeren suçlamalar vardı.
Bundan 16 yıl önce DEP davası sanığı olarak, bugün ise KCK davası sanığı olarak yargılanan Hatip Dicle, 16 yıl önce mahkeme de yaptığı savunmasında bakın şöyle diyordu: “Bu dava özü itibariyle kimliğimizin ve Kürt sorunu hakkındaki düşüncelerimizin yargılanmasıdır. (…) Bugün (3 Ağustos 1994) son yıların en önemli davası başlıyor. (…) DGM’leri tıpkı istiklal mahkemeleri gibi, Yassıada ve Sıkıyönetim mahkemeleri gibi günün siyasi ihtiyaçlarına göre karar veren, hukuka bağlılıkları her zaman tartışmalı kurumlar olarak değerlendiriyorum.”
Değişen bir şey yok gibi görünüyor, seksenli-doksanlı yılları eleştirerek siyaset yapan AKP, mesele Kürt halkının özgürlüğü ve talepleri söz konusu olunca seleflerinden geri kalmıyor. Bize düşen ise KCK davası sanıklarının yanında olmak ve davaya tanıklık etmek.  Yanlarında olmanın en önemli yolu ise Kürt halkı ile birlikte, tüm toplumsal dinamiklerin dâhil olduğu bir ‘emek ve özgürlük’ cephesi oluşturmaktan geçiyor.
Mahkeme 13 Ocak Perşembe günü tekrar başlıyor. Unutmadan; merakla bekliyoruz, mahkeme de önce, “bilinmeyen” sonra “Kürtçe olduğu tahmin edilen” Kürt halkının anadili Kürtçe, adli makamlarca hangi mertebeye erişecek!

Ahmet  Saymadi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder