27 Şubat 2012 Pazartesi

GERİDE KALMAK KOLAY DEĞİL

İnsanların yaşadığı kötü bir şeyi öğrendiğimizde veya haberlerde gördüğümüzde üzülüyoruz. Ancak bu üzüntü genelde çok kısa sürüyor. Çünkü hem bir enformasyon bombardımanına tabiyiz hem de memlekette o kadar çok kötü şey oluyor ki; biz birini konuşmaya başlamadan diğeri yaşanıyor! Çok uzağa gitmeden ilk aklıma gelenler; Van depremi, Uludere katliamı, her gün bir yerden fışkıran toplu mezarlar, oğlunu aramakla geçirdiği 30 yılın sonunda oğlundan haber alamadan yaşamını yitiren analar/babalar, her gün tutuklanan insanlar... Birinden diğerine geçmek saniyeler alıyor ve her şey giderek daha da olağanlaşıyor. Devletin, kendi eliyle gömdüğü insanların, mezarlarının yerlerini 30 yıl sonra bile açıklamaması ve bunlara yenilerini eklemesi, halktan aldığı 33 canı 34 cana çıkarması, Van’daki deprem çadırlarında çıkan yangınlarda insanların yaşamını yitirmesi, insanların ömürlerinin hapislerde çürütülmesi, yoksulluğun her geçen gün daha da katmerleşmesi! Her şey ne kadar olağan; herkes ne kadar da tepkisiz öyle değil mi?

Ancak yaşanan bazı şeyler yanı başımızda oluyor ve acısı bizi hiç terk etmiyor. Çünkü bizim ya da çok yakınımızdakilerin başına geliyor. Bir sabah uyandığımızda daha dün birlikte olduğumuz arkadaşlarımızın, dostlarımızın, yoldaşlarımızın evlerinin polis tarafından basıldığını, evlerinin darmadağın edildiğini, evlerinde en kıymet verdikleri kitaplarına/notlarına suç delili diye el konulduğunu, tutuklandıklarını öğreniyoruz. Hangi suçla isnat edildiklerini, delillerin ne olduğunu ve nasıl toplandığını, iddianamelerinin ne zaman hazırlanacağını, mahkemeye ne zaman çıkacaklarını öğrenmek imkânsız! Bütün dosyalarda gizlilik kararı var. Ama sadece sanıklara var bu karar, bazı medya organlarına serbest! Geleceği görmek isteyenlere Samanyolu TV’yi, Zaman gazetesini, Aksiyon dergisini takip etmesini öneririz.


21 Eylül 2011 günü yoldaşlarımızın/arkadaşlarımızın evleri basıldı ve tutuklandılar. Hâkim karşısına ilk çıktıkları nisan ayında duruşma salonunda 15 dakika durabildiler; mahkeme heyeti dosyalarının aynı davadan daha önce alınanlara birleştirilmesine karar verdi. Yargılanmalarına 330 gün sonra ağustos ayında başlanabildi. Bugün tutukluluklarının 500. günü geride kalmış bulunuyor. Hâlâ bir bağları olmaya bir örgüte üye olmaktan yargılanıyorlar ya da yargılandıklarını düşünüyoruz! Biz dışarıda kalanlar, 500 gündür onlar için özgürlük ve adalet mücadelesi veriyoruz. Sonuç: 4.000 tutuklunun olduğu KCK davasında 3 yıl sonra 5 kişinin tahliyesi, tutuklu gazetecilerin serbest bırakılması bir yana sayılarının 105’e yükselmesi, 500 olan tutuklu öğrenci sayısının 600’e doğru çıkması, tutuklanan Kürt siyasetçilerin kaydının bile tutulamaz hale gelmesi! Tutuklanmak ne kadar olağanlaşıyor, herkes ne kadar da tepkisiz öyle değil mi?

Başbakan 2012 yılının ilk ulusa sesleniş konuşmasında “Tutukluluk meselesine ilişkin yeni bir çerçeve çizdik. Tutuklamanın alternatifi olarak, adli kontrol tedbirinin kapsamını genişletiyoruz. Ayrıca, tutuklama kararının verilmesini zorlaştırıyoruz. Kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedenlerinin varlığı, tedbirin ölçülü olup olmadığı artık güçlü şekilde gerekçeli olacak” derken, 31 Ocak 2012 tarihinde AKP grup toplantısında ise şöyle diyor; “Açık söylüyorum, kim illegaliteye bulaşırsa, kim terör örgütü ile içli dışlı olursa, kim hak hukuk tanımazsa, yargı da gider gereğini yapar. Kimsenin hukuk karşısında imtiyazı yoktur. Kimseye de ayrıcalık yapılamaz. Askerimizle, polisimizle, jandarmamızla, tüm istihbarat ve güvenlik birimlerimizle yürüttüğümüz başarılı mücadele kesintisiz sürecektir, buna ara vermek yok. Terör olduğu sürece, terörle mücadele de olacaktır. Kimsenin de güvenlik güçlerimizin motivasyonunu kırmasına izin vermeyeceğiz.”

TMK’nın 6. maddesine göre, herkes illegaliteye bulaşmış durumda zaten! Biz sadece daha iyi bir yaşam için mücadele ediyoruz, devlet ise bize karşı terör üretiyor. Başbakan haklı, bizim hukuk karşısında hiç bir imtiyazımız yok! Ama polis muhbiri Erhan Tuncel’in, gazeteci Hüseyin Üzmez’in, Sevag Balıkçı’yı katleden askerlerin, Şerzan Kurt’u öldüren polislerin imtiyazı var.

Devlet tarafından tehdit olarak algılanmak, tehdit edilmek, zulme maruz kalmak, tecrit edilmek demokratlar/devrimciler açısından yeni bir şey değil. Devrimci ve demokratlar her dönem devlet şiddetinin muhatabı oldular. Bugün sadece şiddetin formu değişti. İnsanların sokak ortasında öldürüldüğü, kaybedildiği, işkencelerde katledildiği yılları genç yaşımıza rağmen biz bile hatırlıyoruz. Devrimciler hep yangında ateşe ilk atılacaklar listesindeydiler.

Türkiye’de 68 kuşağının en önemli devrimci kadınlarından İlkay Alptekin Demir’le yapılan bir röportajda, dostu/yoldaşı Mahir Çayan’ın ardından aklımdan çıkmayan şu cümleyi kuruyordu:  “İtiraf etmekte yarar var, geride kalmak kolay değil…” Bizim için de birlikte mücadele ettiğimiz arkadaşlarımız rehinken geride kalmak hiç kolay değil. Dostluğun, dayanışmanın vefası yanı başımızda.

Bizim için, birbirimizin gövdesine can olmaktan başka yapacak bir şey yok! Sokaklarda olmaya, direnmeye, dayanışmaya devam edeceğiz. 6 Şubat’ta Beşiktaş Adliyesi’nde 500 gündür tutsak olan yoldaşlarımızın omuz başında olacağız!




05 Şubat 2012 Pazar (Birgün Gazetesi)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder